Son Gönderiler

Yalnızca Yalnızlık

 


"İnsan bir şey bekliyordu, sabahtan akşama kadar bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. İnsan tekrar tekrar bekliyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu, şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. Hiçbir şey olmuyordu. İnsan yalnız kalıyordu. Yalnız. Yalnız."

- Satranç, Stefan Zweig


Çağımızda iletişim kurmak ve birilerine ulaşmak geçmişe kıyasla çok daha kolayken insanlık nasıl geçmişe göre çok daha yalnızlaştı? Eh, bunun birkaç sebebi var. Öncelikle konuya bilimsel olarak yaklaşalım. İnsanlar çağlar boyunca sosyal canlılar olarak evrimleşti, bunun temel nedeni ise hayatta kalma içgüdüsü idi. Korunma, beslenme, bebek bakma, barınma gibi temel ihtiyaçların bireysel olarak karşılanmasının imkansız olduğu dönemlerde insanlar, evrimsel bir yol izlediler. Hasta olduğumuzda beslenmeli, gece uyurken korunmalı ve hamileyken doğurtulmamız gerekiyordu. Bunları yapacak birileri daima çevremizde olmalıydı, yapılan iyiliğin karşılığı da diğer grup üyeleri aynı durumdayken bizlerce karşılanmalıydı. Böyle bir hayat döngüsü içinde evrimleşen türümüz, bencil kişileri gruptan dışlamaya ve ölüme terk etmeye başladı. Bu durum bir tür seçilim yarattı. Evrim ise bu durumu önlemek için bir tür sosyal acı yarattı. Biz bu acıya günümüzde yalnızlık diyoruz. Yalnızlık çekmek, dışlanmak, bir gruba dahil olmamak, uyumsuz olmak insanlarda zihinsel bir acıya neden oldu. Öyle ki kalp kriziyle denk sayılabilecek bu acı, bizleri çoğunlukla toplumun kucağına itti. Kısacası, evrim bizlere hayatta kalmamız için bir acı armağan etti. Nietzsche bakış açısıyla bu olaya baktığımızda aslında bu durumun hiç de ironik olmadığını çok rahat bir şekilde görebiliriz.


Peki günümüzde sosyalleşmek bu kadar kolayken neden hâlâ yalnızlık hissiyatından mustaribiz? Bunun başlıca nedeni, günümüz yapay dünyasının artık gruplar halinde yaşama ihtiyacını ortadan büyük bir oranda kaldırmış olmasında yatıyor. Günümüz insanı hiçbir yakın arkadaş grubunun bir parçası olmadan yiyecek edinebilir, tehlikelerden korunabilir, hasta olduğunda kendini iyileştirebilir, barınma ihtiyacını karşılayabilir, tehlikelerden korunabilir durumdadır. Para kazanabileceği bir işi olan ve sosyal bir devlette yaşayan her birey tüm temel ihtiyaçları karşılayabilecek durumdadır. Devlet kurumları bir arkadaştan ziyade hak talep edilebilen; soğuk, beyaz duvarlarla çevrili bir sunak gibidir adeta. Birey, yardım aldığı devlet kurumuna hiçbir şekilde bağlılık beslememektedir. Bir devletin vatandaşı olmak yalnızlığı giderici bir şey değil, olağan bir şeydir. Tüm bunları artık karşılıyor olmamıza rağmen evrimin bize hediye ettiği 'sosyal acı' hâlâ olduğu gibi yerinde durmaktadır. Ahlaki olarak etik dışı olarak görülebilse de aslında sosyal bir canlı olmamız, arkadaşlık kurmamız tamamen bireysel çıkarlarımıza dayanıyor. Bu bireysel çıkarlarımız zamanla azaldıkça da, artık eskisi kadar sosyal bağlar kurmaktan uzak kalıyoruz. Sosyal bağlar kurmaktan uzaklaştıkça da git gide çekimser bir ruh hâline bürünüyor ve çevremizdeki insanlara olası birer tehdit gibi yaklaşmaya başlıyoruz. Bu durum içimizde bir çığ gibi büyüyor ve büyüyor... sonunda yalnızlık kronik bir hâl oluyor ve bizi hem fiziki hem de mental olarak çökertmeye başlıyor. Tabii burada en uç senaryoların birinden bahsediyor olduğumuzun da altını çizmek isterim.


"Son on yılda yalnızlık duygusu milyonlarca insan için kronik bir hâl almaya başladı. Birleşik Krallık'ta 18-34 yaş grubunun %60'ı sık sık yalnız hissettiklerini dile getiriyor. ABD'de ise halkın %46'lık kısmı sürekli olarak kendini yalnız hissediyor."

Bu noktada yalnızlığın tamamen öznel ve bireysel olarak deneyimlendiğini de unutmamak gerekiyor. Eğer yalnız hissediyorsanız yalnızsınızdır. Büyük ve kapsamlı bir şirkette güçlü bağları olan bir ekiple çalışıyor olmanız, geniş bir okul çevresine sahip olmuş olmanız, iş veya okul çıkışında oturup kahve içebildiğiniz bir arkadaş grubuna sahip olmanız sizi yalnız hissetmekten alıkoymaya maalesef yetmez. İnsanlar olarak bazı şeyleri yapmak için yapıyoruz, ya da daha net bir tâbirle: bazı şeyler istediğimiz için değil, öyle olması gerektiği için öyle yapıyoruz. İş arkadaşlarımızla iyi anlaşıyoruz, okuldaki arkadaşlarımızla iyi anlaşıyoruz, fakat bu kişileri ne kadar iyi tanıyoruz? Onlar bizi ne kadar iyi tanıyor? Ortak yönlerimiz var mı? Onlarla takılmayı sevdiğimiz için mi arkadaşız yoksa günümüzün büyük bir bölümünü zorunlu olarak onlarla geçirdiğimiz için mi arkadaşız? Bir arkadaşımızın yanında yalnız hissetmememiz için gerekli olan en temel şeylerden bazıları: takdir ettiğimiz bir hayat görüşünün olması, takdir ettiğimiz davranışları olması, hoşumuza giden hobilere ve ilgi alanlarına sahip olması sayılabilir ve bunlar örneklerle arttırılabilir. Bu tip etkenler kişiyle daha derin bağlar kurmamıza fayda sağlar. Durum, artık zorunlu bir sosyallikten ziyade zevk alınan bir aktiviteye dönüşür.



"İnsanlar arasında yalnız kalmaktan daha korkunç bir şey yoktur."

- Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Stefan Zweig


Çağımızda yalnızlığın başlamasına neden olan temel nokta: bireyin, diğer insanlar tarafından anlaşılmadığını hissetmeye başlamasıdır. Özellikle toplum tarafından kısmen marjinal ilgi alanına sahip insanlar, toplum normlarının dışına taşan insanlar bu durumdan oldukça muzdariptir. Her ne kadar yaşadığımız çağda elimizdeki internet teknolojisi ile milyonlarca insana saniyeler içerisinde ulaşmamız mümkün olsa da, aslında yaşadığımız çevre ve çevremizdeki insanlar bir hayli sınırlıdır. Çevremizdeki insanlar çoğunlukla sınırlı sayıda oldukları kadar aynı zamanda sınırlı niteliklere sahiptir. Örneğin felsefi kitaplara ilgi duyuyorsanız çevrenizde bu ilgiyi paylaşabilecek bir insan bulmanız bir hayli zordur. Ya da alışılagelmemiş bir müzik zevkiniz var ise bu konuda konuşabileceğiniz bir insanı çevrenizde bulmak çok düşük bir şanstır. Çevremiz bazen bizi, bizim sevdiğimiz şeyler yüzünden farkına dâhi varmadan dışlar; onlar bizi dışlarken biz de bir yandan kendimizi soyutlamaya devam ederiz, bu durum bizi ilerleyen zamanlarda öylesine ayrıştırır ki; bir süre sonra çevremizdeki insanlara içten içe ayrı bir türmüşçesine muamele gösteririz. Bu durumların büyük bir çoğunluğu gerçekleşirken olan biteni ne biz farkına varırız ne de çevremiz farkına varır. Tüm bunlardan mütevellit yalnızlık hissi kronikleşmeye başladığı için de artık bu durumun içinden çıkılamaz bir hâl aldığını hisseder, çevremizdeki insanlardan medet bulamadığımız için bunu genele empoze ederek kendimizi dünyadaki tüm insanlardan soyutlamış hâle geliriz.


Bazı noktalarda yalnızlık ile yalnız kalmayı tercih etmek kesinlikle birbirine karıştırılmamalıdır. İnsanlar kimi zaman -bazı kişiler ise çoğunlukla- yalnız kalmayı tercih eder, bazı zamanlarda evde tek başına kitap okumak oldukça zevkli gelirken arkadaşlarınla bir partide olmak, partinin her anından nefret etmene neden olabilir. Daha önce de dediğimiz gibi yalnızlık öznel ve bireysel bir deneyimdir. Evde kitap okurken ya da film izlerken eğer huzurlu ve mutlu hissediyorsanız yalnız değilsiniz demektir. Yine de hatırlatmam gerekir ki, yalnız kalmayı tercih eden birçok insan aynı zamanda arkadaş ortamında bulunurken de yapıcı ilişkiler kurmaya meyillidir, pozitif dönütler aldığında tatmin olan birey her ne kadar yalnızlığı tercih ediyor olsa da bu durumda yalnız değildir. Yalnızlık hissiyatından muzdarip kişiler, arkadaş ortamında ya da bir sosyal çevrede herhangi birçok dönütü kötüye yormaya meyillidir. Bir tebessüme karşılık kendisiyle alay edildiğini düşünebilir, ufak bir anlaşmazlıkta üzerine oynandığına inanabilir.


Yalnızlık hissini artık daha iyi anladığımıza göre bu durumla ilgili neler yapılabilir bir bakalım. Öncelikle çevrenizdeki insanları daha iyi gözlemlemeye çalışmanız gerekmekte, çünkü yalnızlık hissinden muzdarip kişiler insanları gözlemleme ve analiz etme konusunda yozlaşmaya başlar. Sizinle kurulan iletişimlerin yapıcı mı olduğunu, sizi aslında gerçekten kırmaya mı çalıştıklarına hatta belki de size yardım etmeye çalışıp çalışmadıklarına iyice odaklanmamız gerekir. Yalnızlık hissi aynı zamanda bizleri yeni insanlarla tanışmak konusunda da çekimser bir hâle sokar. Bizi diğer insanlarla tanışmaktan alıkoyan, bunun önüne geçen geçerli bir neden var mı aslında, bunu derinden düşünmemiz gerekir. Bir insanla tanışmak bize ne kaybettirebilir? Eğer tanışma durumu yapıcı geçmezse bile bir şey kaybetmezsiniz fakat olumlu bir tanışıklık doğarsa belki yeni bir dost bile kazanabilirsiniz. Bölümün başından beridir internetten ve çağımızdan bahsediyoruz, neden internet aracılığıyla yeni arkadaşlar edinemeyesiniz? Üstelik internet, çevremize kıyasla çok daha fazla insan seçeneği sunarken interneti değerlendirmemek teknolojiye çok büyük bir haksızlık olurdu! İnternet ortamında sizle ortak ilgi alanlarına sahip olan mecralara girebilir ve arkadaş edinmeyi deneyebilirsiniz. Ayrıca internette özgürce konuşabilir ve çekinmeden istediğinizi söyleyebilirsiniz, kimin umurunda! Tabii internetin sağladığı kilometrelerce uzakta olmanın verdiği güven ile birlikte insanlardan birtakım kırıcı laflar işitebilirsiniz. Peki kendisini, karşısındaki insanın duygularını zedeleyerek tatmin etmeye çalışan insan safsataları kimin umurunda! Yeni sosyal aktiviteler edinmeyi deneyebilir ve insanların içine bakmayı deneyebilirsiniz. Her şeyi yapmakta özgürken neden yapmayasınız! Hiçbir şeyin işe yaramadığına inanıyorsanız profesyonel yardım alabilir ve bu durumu bilirkişilerle paylaşıp yardım isteyebilirsiniz. Unutmayın, yardım istemek zayıflık değil; aksine cesurca atılan bir adımdır.


"Ey ruhum! Şimdi artık hiçbir yerde daha çok seven, daha çok kapsayan ve daha geniş bir ruh yok! Gelecek ve geçmiş, birbirine sende olduğundan daha çok nerede yakınlaşabilirdi?"

- Böyle Buyurdu Zerdüşt, Friedrich Nietzsche


- Mert YEĞİN

Hiç yorum yok